Namazın en önemli tezahürlerinden birisi, hayata bakan yönünü kavrayabilmektir. Bu kavrayış genelde ibadetlere, özelde namaza aşık olmayı gerektirmektedir. Aşık, maşuku için her şeyi göze alabiliyorsa ve maşukunu hayatın olmazsa olmazı olarak görüyorsa, bir mümin olarak bizlerde namaza aşık olmalıyız ve onu hayatın olmazsa olmaz rükünleri arasında görmek durumundayız.
Peki, namazın hayata bakan yönü nasıl olmalıdır sorusunu yönelttiğimizde cevap Rabbimizden gelmektedir.
“Rasulüm, sana vahyedilen kitabı oku/takip et-izle ve namazı kıl. Muhakkak namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyacaktır. Allah’ı anmak, elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir”.(1)
Burada namazın hayata bakan en önemli yanlarından birisi alan günahları engelleyici fonksiyonundan bahsedilmektedir.
NAMAZIN GÜNAHLARI SİLİCİ ÖZELLİĞİ
Namaz, günahlarımızı siler mi? Eğer hayatımızı, namazdan önceki ve sonraki hayat diye kategorize edersek, namazdan önceki hayatımızda yaptığımız bir takım davranışları ve hataları, namazdan sonraki hayatımızda yapmıyorsak veya yapamıyorsak, işte bu durum, namazın günahları ve hataları silmesidir; çünkü artık namazlı bir hayatımız var ve namazımız o hatalara dönmemize fırsat vermemektedir.
“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler kötülükleri ve günahları giderir”.(2)
Bu ayetten anlamamız gereken geçmiş günahların silinmesinden öte, bundan sonra o günahlara dönmemeyi, onları bir daha yapmamayı anlıyoruz. Bu ifademizi biraz daha somut ve anlaşılır kılmak için şöyle bir örnek verebiliriz. Bir futbol müsabakasında 1-0 yenik durumdayken yapılacak iş, beraberliği yakalamaktır. Beraberliği yakalamak, yeniliyor olmamak veya maçı kazanıyoruz anlamına gelmez, zira maç devam ediyor. Maçı kazanmak için skoru 2- 1 yapmak lazım. Tabiî ki maçı kazanmış olmak, yenilen golü silmek anlamına gelmez. Yenilen golü silemeyiz; fakat daha fazla gol atarak, yenilen golün etkisini zayıflatabiliriz.
İbadi eksikliklerimizi, kabahatlerimizi silemeyiz,; ancak daha fazla ve hakkıyla ibadet edersek, o, kabahatlerimizin etkilerini zayıflatabiliriz.Yani bizim yapabileceklerimiz bir yere kadardır.Bundan sonrası Tevvab olan Rabbimize aittir.
“Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.(3)
Namaz, Allah’ı anmak için yapılabilecek ibadetlerin en müstesna burçlarındandır. Yüce Rabbimiz, Musa Peygamberimize seslenerek:
“Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allahım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl”.(4)
Biz, Rabbimizi anmak için hakkıyla namaz kılarsak, Rabbimiz de bizi anacaktır, bir kul için Rabbi tarafından anılmaktan daha güzel ne olabilir ki? İltifat marifete tabidir der büyüklerimiz. Anarsak, anılacağımızda kuşku yoktur; çünkü bu Rabbimizin bir vaadidir.
“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım…(5)
Hiç düşündük mü, acaba peygamberlerin ne gibi özellikleri vardı? Bu gün bizler o özellikleri taşıyabilir miyiz? Bu soruyu Kur’an a sorduğumuzda alacağımız cevap, Peygamberi özelliklerin müminlerden hiçte uzak olmadığı şeklindedir.
“…Onlara, çok merhametli olan Allahın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı.(6)
Burada secdenin-namazın- insana, göz ve gönül hoşnutluğu verdiğini görmekteyiz. Zira, Peygamberler için geçerli olan bu tavır ve davranış bizler için de geçerlidir. Peygamberlerle aynı özellikleri taşımak, erdemlerin en yücelerindendir. Tüm Peygamberler, insanları Allahın ilkelerine sımsıkı sarılmaya ve iyiliği yaymaya çağırmışlar ve bu yüce değerler için mücadele etmişlerdir. Rabbimiz, bu uğurda çalışanların ecirlerini zayi etmeyeceğini vaat etmektedir.
“Kitaba sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecirlerini zayi etmeyiz”.(7)
Kitaba sımsıkı sarılmak, onu takip etmek, izlemek, onun öngördüğü hayatı yaşamak demektir. Bu hayatı yaşarken, bir takım güçlükler ve sıkıntılarla karşılaşmak mümkündür. Bütün Peygamberler ve inananları, bu olumsuzlukları yaşamışlardır. Bunun en bariz örneğini, Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı vasiyette görmekteyiz.
“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir”.(8)
Namaz kılmanın, iyiliği emretmenin, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmanın bedelleri olacaktır; bunun için Mü’min demek, bedel ödemeye hazır delikanlı adam demektir. Bu delikanlı Mü’minlere Rahmanın bir müjdesi vardır:
“Mü’min erkeklerle Mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara, Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir”.(9)
Namaz, yaşanan anı ve istikbali inşadır. Bu nedenle namazı, geçmişe dönük bir eylem gibi algılamak doğru bir anlayış olamaz.; çünkü Allahın kulunu hatırlaması, kulun Allah’tan yardım alması demektir. Oysa yardım, içinde bulunduğumuz an ve gelecek için geçerlidir. Bunun içindir ki, namaz mü’minin kendisine yardım etmesidir.
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyiniz.”(10)*
Hayatımızın inşasında namazı çok önemli bir unsur olarak öne çıkarırsak, hayatımıza olan etkilerini ve sonuçlarını görmek mümkündür. Bakın bir insanın hayatını namaz inşa ederse, ortaya nasıl bir mü’min tipi çıkıyor, görelim.
“Mallarından, isteyene ve mahrum kalmışa hak tanırlar,
Ceza ve hesap gününün doğruluğuna inanırlar,
Rablerinin azabından korkarlar,
Namuslarını korurlar,
Emanetlerine ve sözlerine riayet ederler,
Şahitliklerini dosdoğru yaparlar,
Namazlarını korurlar,
İşte bunlar, Cennetlerde ağırlanacak olanlardır” (11)
Salât, kelimesinin türevlerinden biriside “korumak” anlamına gelmektedir. Namazın insanı, korumak gibi bir fonksiyonu da vardır. Bu hem bu dünya için, hem de ahiret yurdu için geçerlidir. Bizleri, iki dünyada da kurtaracak ve koruyacak olan bir namaza ne hakla “kılalım da kurtulalım, üzerimizde yüktü, attık ve kurtulduk” diyebiliriz. Yükü atıp, kurtulmak terk etmektir. Namazı terk edenlerin akıbetleri ortadadır. Zırha sarılırsak bizi koruyacaktır, bir kenara atılan zırh, bize ne yapsın?
“İman edip, iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.(12)
Bir yerde, korkudan ve üzüntüden bir eser yoksa orada güven vardır, huzur vardır. Böyle bir yerde insan, İlahi bir koruma altındadır. Yukarıdaki ayette Rabbimiz namazı, ilahi bir koruma ve güven duygusuyla ilişkilendirmiştir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi; iltifat marifete tabidir. Bu iltifat edenin merhametli olan Allah olması bize yetmez mi? Bakınız merhametli olan Rabbimiz, namazı nasıl da rahmetiyle ilişkilendirmektedir.
“Namazı kılın, zekâtı verin; Peygambere itaat edin ki merhamet göresiniz”.(13)
Geliniz, hep beraber, bihakkın yerine getireceğimiz namazlarımızla cennetlerimizi inşa edelim. Vesselam veddua...
Ömer Naci Yılmaz
1) 29, Ankebut 45
2) 11, Hud 114
3) 25, Furkan 70
4) 20, Taha 14
5) 2, Bakara 152
6) 19, Meryem 58
7) 7, Araf 170
8) 31, Lokman 17
9) 9, Tevbe 71
10) 2,Bakara 45
11) 70, Meariç 24-35
12) 2, Bakara 16
13) 24, Nur 56
Not:Namaz Gönüllüleri sitesinden alınmıştır.
Bu safya hakkında bir öneriniz veya şikayetiniz mi var?