بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Eğer halk yatsı ve sabah namazlarındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek dahi olsa cemâate gelirlerdi.
Koynumdaki akrebi haber verene rahmet!..
Hakiki bir mümin, hakkında methiyeler dizildiği zaman sevinmediği gibi yerildiği zaman da üzülmemelidir. Aslında, insanın kendi kendisini sorgulayıp küçük göstermesi bir açıdan kolaydır; fakat, kusurlarının başkası tarafından sayılıp dökülmesi şeklindeki bir zemm fırtınası karşısında "Koynumdaki akrebi haber verene rahmet!.." diyebilmesi çok zordur.
Belki insan o fırtına geçtikten belli bir süre sonra kendi kendine "İyi ki kusurlarımı söyledi; beni bitirmek üzere olan hatalarımı haber verdi" diyerek memnuniyetini ifade edebilir; fakat, yerildiği o ilk anda hazm-ı nefiste bulunarak, "Allah senden razı olsun; hatamı söylemekle bana yardımcı oldun" diyebilmesi babayiğitçe bir tavırdır.
Bize bu konuda da hüsn-ü misal olan Hazreti Üstad, gıyabında tezyifkârâne sözler söyleyen ve kendisine hakaret eden biriyle alakalı şöyle düşündüğünü ifade ediyor: "Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardım etmiş olur. Eğer yalan söylemişse, bu da beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. (...) boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ona darılmak değil, belki memnun olmak lazım gelir."
Evet, o büyük insan da hiçbir zaman takdir beklememiştir.
Yaptıklarından ötürü sevinip şımarmak ve hiçbir katkıda bulunmadığı başarıların, hiç üzerinde taşımadığı güzel sıfatların bile kendisine atfedilmesini ve onlardan dolayı övülmeyi istemek bir küfür ve nifak sıfatıdır. Ne var ki, takdir ü tebcil beklentisi kalbi öldüren bir virüs olarak bazı müminlerde de bulunabilmektedir.
İmanda olgunluğa adım atmış bir insanın nazarında yergi ile övgü eşittir; o zemmedilme ile methedilmeyi bir bilir. Medihten hoşlanmadığı gibi, methedene karşı da içinde bir burukluk hisseden; bir manada yergiden memnun olan ve kendisini yeren kimseye hiddet etmek şöyle dursun, onu yardıma koşmuş bir dost olarak gören insan ise, kemal ehli hakiki bir mümindir. Zira, böyle biri, övülmenin gönül dünyası için zararlı bir fitne olduğunu bildiğinden dolayı methedenden hiç hazzetmez; gıybet, iftira ve bühtana girmeden, "müspet tenkit" diyebileceğimiz bir üslupla kendisini zemmedeni ise, kusurlarını hatırlatıp onlardan kurtuluş yolu gösterdiği ya da sabredip sevap kazanmasına vesile olduğu için memnuniyetle karşılar.
Rabbimiz! Bizi nezdinden göndereceğin bir ruh ve garazsız, ivazsız Sen'in muhabbetine ulaştıracak bir marifetle te'yîd buyur.. kalbimizde dolaylı ya da doğrudan Sen'in rızana ulaştırmayan/ulaştırmayacak olan sevgiler varsa onları da sil süpür..
havâss-ı zâhiremizi ve bâtınamızı (tatmak, görmek.. gibi duyularımızı ve hayal, hafıza.. gibi kalbe bağlı duygularımızı) Sen'in emrine muhalefetten muhafaza eyle! Bizi nefislerimizle baş başa bırakma!
Şayet insanlara asıl hedefleri ve varıp ulaşmaları gereken ebedî meskenleri sürekli hatırlatılmazsa, -hafizanallah- herkesin şirin bir gölgeliğe, lezzetli birkaç meyveye, câzibedâr bir güzelliğe takılıp yolda kalması ve oracığa yığılması muhtemeldir.
Dolayısıyla, her insanın bu mevzuda her yeni gün bir kere daha takviyeye ihtiyacı vardır. Bu ise sohbet-i Cânân vesilesiyle kalbleri yumuşatıp gözleri yaşartmakla mümkündür.
Çocuk dünyaya gelince ilk yapılacak işlerden bir diğeri de çocuk için duâ etmektir.
Ümmül-müminîn Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemiz yeni doğan çocukların Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize getirildiğini, onun da bunlara mübarek olmaları için duâ ettiğini haber vermiştir. (Müslim: 2147)
Duâ, ana-babanın dikkat etmesi gereken esaslardan birisidir. Çünkü ana-babanın duâsı, Allah katında makbuldür.
Çocuğa yapılan duâ, doğumunun ilk gününde yapılan duâdan ibaret değildir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ileri yaşlardaki çocuklara da duâ etmiştir.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-yı birgün bağrına basmış ve:
“Allah’ım! Bu çocuğa hikmet öğret!” diye duâ etmiştir. (Buhârî)
İlk günlerinde şeytan çocuğa eziyet eder. Hatta Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te geçtiği üzere, çocuğun ağlayıp bağırması bu sebepledir.
“Çocuğun doğarken feryat etmesi şeytandan bir dürtmedir.” (Müslim: 2367)
Hazret-i Meryem vâlidemizin annesi, çocuğunu doğurunca Allah-u Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu:
“Ey Rabbim! Ben kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu da soyunu da kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.” (Âl-i imran: 36)
Çocuğunu, gaybları bilen Rabbine emanet etmesinden maksadı, O’ndan korumasını istemesidir.
Allah-u Teâlâ onun bu duâsını kabul buyurmuş, hem kızını, hem de kızından olan torununu şeytanın şer ve desiselerinden emin kılmıştır.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Anasının doğurduğu gün, Âdemoğullarından her birine şeytan dokunur. Yalnız Meryem ve oğlu İsa böyle olmamıştır, onlara şeytan dokunmamıştır.” (Buhârî-Müslim)
ÖMER ÖNGÜT
Bu safya hakkında bir öneriniz veya şikayetiniz mi var?