ULÛ’L-AZM PEYGAMBERLER KİMLERDİR ?
Doç. Dr. Salih Karacabey
Allah'ın Rasulleri arasında ulû’l-azm diye tavsif edilen ve bu sıfatla anılanların, diğerlerine göre farklı bazı özelliklere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bu gruba dahil olan peygamberlerin, hem sayıları hem de kim oldukları konusunda görüş farklılıkları olmakla beraber "Ulû’l-azm'" peygamberlerin Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. Isâ ve Hz. Muhammed olmak üzere, beş peygamberden ibaret olduğu genel olarak kabul edilmiştir.
Kur'an'da adı geçen peygamberlerin hepsinin, Allah tarafından kendilerine verilen bu kutsal görevi yerine getirmek amacıyla, fevkalade çaba ve gayret gösterdikleri muhakkaktır. Bu açıdan bakılınca hiç bir peygamberin diğerinden ayrı tutulmaması gerekir. Çünkü hepsi aynı gaye ile insanlığa yol gösterici olarak seçilmişlerdir. Özellikle Hz. Peygamber'in; "Ben Meryem oğlu İsa'ya dünya ve ahirette insanların en yakınıyım. Esasen peygamberler anaları farklı babaları bir kardeştirler. Dinleri birdir." hadisiyle, peygamberler arasında ayırım yapılmaması gerektiği noktasındaki tavrı dikkate şayan olup, peygamberlik müessesesini ve semavi dinleri değerlendirirken bu hususun mutlaka dikkate alınması gerekir.
Bu konuda dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir husus daha var ki o da; peygamberlerin gönderildikleri zaman, toplum ve yerine getirmeleri gereken görevin boyutlarının farklılığıdır. Özellikle bazı peygamberler hakkında Allah'ın Ulû’l-azm ifadesini kullanması bu açıdan önemlidir. İşte bu noktada insanlık âleminin dönüm noktalarında gönderilen ve bazı yönleriyle diğer peygamberlerden farklı özellikleri bulunan peygamberler, Ulû’l-azm peygamberler olarak vasıflandırılmıştır.
Azim; bir işin icrasına ve yerine getirilmesine kalbi kesinlikle bağlamak, yahut iradede sabır ve sebat ile maksadı takip ve gayret sarf etmek, ısrarla istemek, yemin etmek, herhangi bir işi yapmaya niyet etmek, sıkı bir şekilde emretmek, zoru başarmaya karar vermek ve yapılacak işi ciddîye almak manalarına gelir.
Azim kelimesi hadislerde de yaklaşık aynı anlamlarda kullanılmaktadır. Kesin kararlılık ve bir şeyi ısrarla istemek manasına gelmek üzere Hz. Peygamber; "sizden herhangi biriniz duasında; Allahım! dilersen beni bağışla! dilersen bana merhamet eyle! dilersen bana rızık ver demesin. İsteğini (duasını) «beni bağışla, bana merhamet et, bana rızık ver, gibi» kararlılık ve kesinlik ifadeleriyle ortaya koysun. Çünkü Allah dilediği her şeyi yapar, O'nu zorlayacak hiçbir kuvvet yoktur"' buyurmaktadır.
Ulû'l azm da, Allah'ın kendilerinden yerine getirilmesini istediği şeylerde kararlılık, sabır ve gayret gösteren peygamberler demektir.
ULÛ’L-AZM PEYGAMBERLERİN ORTAK YÖNLERİ
1-Kur'an da adı geçen seçkin ailelere mensup olmaları
Âl-i İmran Sûresinde: "Allah, birbirinden gelme nesil olarak Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir" buyurulmaktadır. Her ne kadar bu âyette Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed açıkça zikredilmese de bu peygamberlerin; Hz. İbrahim'in oğulları, Hz. İsmail ve Hz. İshak'ın soyundan gelmiş olmaları ile Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların, Hz. İbrahim'i ataları kabul etmeleri, onların da bu âyetin kapsamına girdiklerini göstermektedir.
Yine Hz. Nuh'un soyunun kalıcı kılındığı ile Hz. İbrahim'in de, onun soyundan geldiği âyetlerde şöyle belirtilmektedir; "Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık. Sonradan gelenler için de ona iyi bir nam bıraktık. Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden idi..."
Âdem’den sonra insan neslinin devamında Hz. Nuh'un önemli bir yerinin olduğu tartışmasız kabul edilir. Adem'in soyundan gelen bu peygamberlerden beş tanesi için "Âdem oğlunun en seçkini beş kişidir; Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed'dir” denilmektedir. Ayrıca, aralarında uzun asırlar geçmesine rağmen, tevhid itikadının esaslarında Hz. İbrahim'in Hz. Nuh'a bağlı olduğu kaydedilmiştir.
2-Kendilerinden sağlam söz alınmış olmaları
Yüce Allah, Kur'an'ı Kerim'de özellikle ulû’l-azm peygamberlerden haber vererek; onlardan Allah'ın dinini yayma ve risaletini tamamlama, yardımlaşma ve ittifak konusunda ahit ve misak aldığını bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. (evet) Biz onlardan pek sağlam bir söz aldık." âyetin devamında "Allah bu sözü, doğruları doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler için de acıklı bir azap hazırladı." buyurulmaktadır.
Şüphesiz Allah bütün peygamberlerden, peygamberliği kabul ile dine davet ve Allah'ın emirlerini tebliğ ve icra etmeye yeminle söz almıştı. Onlar da bu sözü vermişlerdi. Fakat özellikle bu beş peygamberin ismen zikredilmesi, onların ulû’l-azm peygamberlerden olduklarını vurgulamak içindir. Ayrıca Hz. Peygamber’in hepsinden önce sayılması, onu yüceltmek ve ulû’l-azm peygamberlerin de en başta geleni olduğunu belirtmek içindir. Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur. Nübüvvet zincirinin son halkasını teşkil etmektedir.
3-Hepsinin rasul olarak görevlendirilmeleri
Adı geçen bu beş peygamber, kendilerine peygamberlik ve kitap verilmiş olmalarından dolayı hem nebi, hem de rasuldürler. Yukarıdaki hadiste de geçtiği gibi Hz. Peygamber, Hz. Nuh'u, “ilk rasul” şeklinde vasıflandırmıştır. Yaygın kanaate göre; sadece kendisinden önceki bir peygamberin kitap ve şeriatını devam ettiren peygamber "nebi", kendisine yeni bir kitap indirilen ve yeni bir din tebliğ eden peygamber ise hem "nebi", hem de "rasûl" dür. Yani rasûl ile nebî arasında fark vardır. Rasûl kendisine şeriat verilen kimse olup bunu tebliğ ederken karşı çıkana harp ilân ve bir nevi devlet idaresi vazifesini de elinde bulunduran ve ahkâmı fiilen tatbik eden" kimsedir. Nebî ise tebliğ ettiği hususlara karşı koyanlarla harb etmez. Sadece tebliğ ve ikaz ile iktifa eder.
Bu peygamberlere, risâlet görevi ile birlikte kitap verildiği âyetlerde şu ifadelerle belirtilmiştir.
"Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, Peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır, içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır."
"O'na İshak ve Yakub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. O'nu dünyada mükafatlandırdık: şüphesiz ahirette de salihler zümresindendir."
"...Oysa İbrahim soyuna kitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik." Ayrıca Hz. İbrahim kendi neslinden gelenlere peygamberlik ve kitap verilmesi için dua da etmiştir. Onun; "Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin" lafızlarıyla yaptığı duanın kabul edildiği de malumdur. Aynı şekilde kitap ve hikmet Hz. Peygambere de verilmiştir. Yine Hz. İsa'ya hikmet, Tevrat ve İncil öğretilmişti. Ulû'l azm peygamberler arasında ismi geçen rasûllerden Hz. Musa'ya da kitap verildiği âyetlerde belirtilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetinde konu ile ilgili verilen bu bilgilere ilaveten, Hz. Nuh ve Hz. İbrahim'in diğer ulû’l-azm peygamberlerden farklı olan özellikleri şu ayette belirtilmektedir: " Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim’i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır." Bu âyette Hz. Nuh ve Hz. İbrahim'in ismen zikredilmesi önemli bir husustur. Çünkü bu iki peygamber, kendi zamanlarında yaşadıkları olaylar ve kendilerinden sonrası için bıraktıkları izler vesilesiyle, insanlık tarihinin belirli zaman dilimlerinde ortaya çıkan iki önemli şahsiyet, iki köşe taşı durumundadırlar. Bunlardan Hz. Nuh, kendi adıyla beraber anılan tufan hadisesini yaşamış biri olarak, bir ölçüde ikinci Adem gibi telakki edilmiştir. Tufandan sonra çeşitli milletlerin Hz. Nuh'un oğulları Ham, Sam ve Yafes'in soyundan geldikleri bilinmektedir. Bu durum Hz. Nuh'un insanlık tarihi içindeki yeri ve öneminin algılanabilmesi bakımından önemlidir. Aynı şekilde Hz. İbrahim de Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi üç büyük din mensuplarının atası sayılmaktadır.
4-Şeriat sahibi olmaları
Ulû’l-azm peygamberlerin en önemli ortak özelliklerinden birisi de, onların aynı zamanda şeriat sahibi olmalarıdır. Bu husus bir ayette şöyle ifade edilmiştir.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, "Sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine peygamber seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir." Bu âyette ilk olarak Hz. Nuh, sonra da Hz. Muhammed zikredilmiştir, peşinden bu iki peygamber arasında yer almış ulû'l-azm peygamberlerden İbrahim, Musa ve İsa'nın isimleri sıralanmıştır. Nitekim Ahzab Suresinin 7. âyetinde de bu peygamberlerin isimleri birlikte verilmişti. Yukarıdaki ayette anlatılmak istenen; bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerin, yalnız Allah'a kulluk etmek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak noktasında birleştikleridir. Bu gerçek, Kur'an'da:
"Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona; 'Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım." şeklinde belirtilmiştir. Hz. Peygamber de :"Esâsen peygamberler babaları bir kardeştirler, anaları ayrı ayrıdır, dinleri birdir." buyurmak suretiyle aynı gerçeğe işaret etmiştir. Yani aralarındaki ortak kader sadece, eşi ve ortağı olmayan Allah'a ibadet etmektir. Peygamberlerin hepsi de zamanındaki din bozukluklarını düzeltmek için insanları tevhide davet etmiştir. Her birinin zamanına göre şeriatlarının fürûatında diğerini nesh eden çeşitli hükümler bulunmakla beraber, ümmet-i Muhammedi şeriat yapılan bu asılda, bu İslam esasında hepsi müttefiktir.
5-Allah'ın bazı yönlerden kendilerine üstünlük vermesi
Bakara Sûresi'nin 253. âyetinde bir kısım peygamberlerin diğerlerine nazaran -kemal ve fazilet yönünden- daha üstün yaratıldığı ve kendilerine bazı meziyetlerin verildiği şu şekilde belirtilmiştir:
"O Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs ile güçlendirdik".
"Rabbin göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. ..."
Şüphesiz peygamberlerin kendi aralarındaki bu derece farkı, maddî ve bedenî yönden olmayıp ruhî ve manevî fazilet ve kabiliyetler yönündendir. Benzer farklılıkların diğer insanlar arasında da söz konusu olduğu yine Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir:
"Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır; elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür."
Belirtmek gerekir ki, Bakara Sûresinin 253. âyetinde ulû’l-azm peygamberlerin hepsi belirtilmediği gibi, derece yönünden diğerlerinden daha üstün olan peygamberlerin de sadece, adı geçen bu beş peygamberden ibaret olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak derece ve üstünlük bakımından diğerlerinden ayrılan peygamberler arasında ulû’l-azm peygamberlerin yer aldığı rahatlıkla söylenebilir.
Adı geçen bu peygamberlerden bazılarının Allah'a olan yakınlıkları farklı şekillerde dile getirilmiştir. İşte bu cümleden olarak; Hz. Musa'ya Kelîmullah, Hz İsa'ya Rûfıullah ve Kelimetullah, Hz. İbrahim'e Halîlullah, Hz. Muhammed'e de Habîbullah denilmiş ve böyle bir vasıflandırmaya da Nisa Suresi'nin 125. âyeti kaynaklık etmiştir.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu peygamberlere üstünlük kazandıran özellikler sadece bu sayılanlardan ibaret olmadığı gibi, Hz. Muhammed (sav)'e üstünlük kazandıran özellikleri de sayılmayacak kadar çoktur. Her ne kadar Kur'an-ı Kerim'de mü'minlerin "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız." dedikleri belirtilmişse de bu; onların hepsinin peygamber olduklarını kabul etmek -ve diğer din müntesiplerinin yaptığı gibi bazılarını peygamber olarak kabul ederken, diğerlerini reddetmek- açısından böyledir. Fakat konu; Bakara Sûresi'nin 253. ve İsra Sûresi'nin 55. âyetlerinde belirtildiği üzere, peygamberlerin fazilet ve dereceleri açısından ele alındığında, Hz. Peygamber'in bütün peygamberlerden üstün olduğu, tartışma kabul etmeyecek kadar açıktır. Çünkü her peygamber, belirli bir kavme, geçici bir süre için gönderildiği halde O, "Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ..." , "...peygamberlerin sonuncusu..." ve Allah katında kıyamete kadar kabul görecek olan yegâne bir dinin tebliğcisi olan bir peygamberdir. Aynı şekilde onun tebliğ ettiği dinin de bütün dinlerden üstün olduğu şu şekilde bildirilmiştir:
"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter."
Ayrıca Hz. Peygamber de, çeşitli vesilelerle kendisi ile diğer peygamberler arasında herhangi bir fazilet yarışı başlatılmamasını istemiş ve bu maksatla "peygamberler arasında fazilet farkı gözetmeyin" buyurmuştur. Prensip olarak bütün inananlar da bunu kabul etmekle birlikte, bu ifade, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini tasdik etmenin diğerlerinin nübüvvetini yok saymaya sevk etmemesi gerektiği şeklinde anlaşılmıştır. Nitekim yukarıdaki ayetle olduğu gibi Hz. Peygamber bizzat kendisi, bazı yönleriyle diğer peygamberlerden üstün olduğunu ve sebeplerini şöyle dile getirmiştir:
"Benimle, benden önce gelen peygamberlerin durumu, tıpkı şu bina yapan adamın durumu gibidir ki; bu adam bir bina yaptı, güzel yaptı, onu süsledi, tamamladı. Yalnız köşelerinden birinde bir kerpiçlik yer eksik kaldı. İnsanlar binanın çevresini dolaşmağa başladılar. Onu çok beğendiler ama 'keşke şu kerpiç de yerine konsaydı' dediler. İşte o kerpiç benim. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.'
"Ben kıyamet günü Adem oğlunun efendisiyim. Kabri ilk açılacak ben olacağım. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen de benim."
"Ben kıyamet günü Adem oğlunun en hayırlısıyım ama övünmem. Hamd bayrağı benim elimdedir, yine övünmem. O gün gerek Adem, gerek ondan başka bütün peygamberler hep benim bayrağım altındadırlar. İlk şefaat eden ve şefaati makbul olan benim, fakat yine övünmem."
Hadislerden de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber bütün peygamberlerin yüksek huy ve vasıflarını kendisinde toplamıştır. Kur'an nasıl gelmiş geçmiş bütün kitapların özü ise, o da gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin özüdür. O insanoğlunun özüdür.
6- Sabır ve sebatta öncü olmaları
Ahkâf Sûresi'nin 35. âyetinde Hz. Peygamber'e sabırlı olması tavsiye edilirken ulû’l-azm ifadesinin kullanılması ve sabırlı olma konusunda ulû’l-azm peygamberlerin örnek gösterilmesi, bu özelliğe sahip peygamberlerin en önemli ve ortak vasıflarından birinin, sabır olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten azim sahibi peygamberler, şeriatlarının tebliğ ve tesisinde büyük gayret göstermiş, ortaya çıkan güçlüklere ve kendilerine yapılan düşmanlıklara göğüs germişlerdir.
Üstelik bu peygamberler, toplumların dejenere olduğu, küfür ve taşkınlıkta haddi aştıkları dönemlerde gönderilmişler, uzun ve çileli mücadele dönemleri geçirmişlerdir. Bu durum karşısında bazen en yakınlarından bile destek görememişlerdir. Mesela, Hz. Nuh'a oğlu inanmamış, kavmine yaptığı davetin karşılığında onlardan sözlü hakaret ve taşlanmak gibi fiilî müdahalelere maruz kalmıştı. Ama bütün bu eziyet ve sıkıntılara rağmen yılmamış, görevini tamamlamaya çalışmıştı.
Hz. İbrahim'in babası, oğlunun yaymaya çalıştığı inançla birinci dereceden zıt olan put yapıp satma işini terk etmeyerek, haklı davasında kendi oğluna sahip çıkmamıştı. Kur'an'da Hz. İbrahim tanıtılırken "İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." diye anlatılmakta ve yumuşak huylu ve sabırlı olduğuna vurgu yapılmaktadır.
Hz. Musa Firavunların zulüm ve işkencelerinin hüküm sürdüğü bir dönemde dünyaya gelmiş, Firavun'un baskı ve zulümlerine kendisi de maruz kalmış; hayatının Önemli bir kısmını Medyen'de geçirmiş, Medyen dönüşünde de hem Firavun ile mücadele etmiş, hem de söz dinlemeyen İsrailoğullarıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. Hatta İsrailoğullarının kendi peygamberlerine yaptıkları eziyet hatırlatıldıktan sonra bu konuda onlara benzememek için mü'minler uyarılmaktadır..
Yine bu gruba giren peygamberlerden Hz. İsa, babasız olarak dünyaya gelmiş, sağlığında kendisine çok az kişi iman etmiş; bir taraftan Roma'lı yöneticiler ile mücadele ederken, diğer taraftan da yahudi din adamlarının aleyhte propaganda ve karşı koymalarıyla karşılaşmış, en acıklı olanı da kendi seçtiği havarilerinden olan Yahuda İskariyot'un ihanetine uğramış ve neticede çarmıh hadisesini yaşamıştır.
Keza Hz. Peygamber henüz doğmadan babasının vefatı nedeniyle yetim olduğu gibi, çocuk yaşta iken anne ve dedesi gibi çok kıymetli iki yakınını da kaybetmişti. Daha sonra amcası Ebu Talib'in himayesinde yetişmiş, öksüzlüğün ve kimsesizliğin verdiği acı ve sıkıntılara göğüs germiştir Bu şartları çok iyi bilmesine rağmen üstlendiği davadan; Kureyşlilerin; gayesi dünyalık kazanmak olan kimseler için, hiç de reddedilemeyecek kadar cazip tekliflerini, hiç duraksamadan geri çevirmişti. Daha sonra bu uğurda maruz kaldığı pek çok baskı ve işkence karşısında da sabır ve metanetini kaybetmeden görevini tamamlamıştır. Hiçbir peygamber, görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklardan dolayı yılgınlık gösterip dava ve iddiasından vazgeçmemiştir.